×
Allah Teâlâ’nın, elçilerini gönderdiği, kitaplarını indirdiği, cinler ve insanlar olmak üzere bütün yarattıklarına farz kıldığı şey, İslâm akîdesidir.Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: "Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. Ben, onlardan ne bana bir rızık vermelerini, ne de beni doyurmalarını istiyorum. Şüphesiz ki (kullarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Allah’tır."

İSLÂM AKÎDESİ

﴿ العقيدة الإسلامية ﴾

] Türkçe – Turkish – تركي [

Salih b. Fevzân el-Fevzân

Terceme : Muhammed Şahin

Tetkik : Ali Rıza Şahin

2010 - 1431

﴿ العقيدة الإسلامية ﴾

« باللغة التركية »

صالح بن فوزان الفوزان

ترجمة: محمد مسلم شاهين

مراجعة: علي رضا شاهين

2010 - 1431

Allah Teâlâ’nın, elçilerini gönderdiği, kitaplarını indirdiği, cinler ve insanlar olmak üzere bütün yarattıklarına farz kıldığı şey,İslâm akîdesidir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﭳ ﭴ ﭵ ﭶ ﭷ ﭸ ﭹ ﭺ ﭻ ﭼ ﭽ ﭾ ﭿ ﮀ ﮁ ﮂ ﮃ ﮄ ﮅ ﮆ ﮇ ﮈ ﮉ ﮊ ﮋ ﮊ[سورة الذّاريات الآيـات :56- 58]

"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. Ben, onlardan ne bana bir rızık vermelerini, ne de beni doyurmalarını istiyorum. Şüphesiz ki (kullarına) rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Allah’tır."[1]

Yine şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮖ ﮗ ﮘ ﮙ ﮚ ﮛ ﮜ ﮝ ﮞﮟ... ﮊ

[ سورة الإسراء من الآية :23 ]

"(Ey insan!) Rabbin yalnızca kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmanızı kesin bir şekilde emretti."[2]

Yine şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﭴ ﭵ ﭶ ﭷ ﭸ ﭹ ﭺ ﭻ ﭼ ﭽ ﭾﭿ... ﮊ

[ سورة النحل الآية :36 ]

"Andolsun ki biz, (geçmişte) her ümmete (topluluğa) bir elçi gönderdik (ve ona şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve Tâğûta ibâdet etmekten sakının."[3]

Bütün elçiler, bu akîdeye dâvet etmek için gelmişler, bütün ilâhî kitaplar, bu akîdeyi açıklamak ve onu ortadan kaldıran, ona aykırı olan veya onun kemâlini noksanlaştıran şeyleri açıklamak için inmiştir. Bütün yaratılanlar (cinler ve insanlar), bu akîdeyle emrolunmuşlardır. Şüphesiz ki böyle bir konuma ve öneme haiz olmasından dolayı, özellikle insanlığın dünya ve âhiret saadetine bağlı olan bu akîdeye önem vermek ve onu araştırıp tanımaya çalışmak, her şeyden önce gelir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﯿ ﰀ ﰁ ﰂﰃ ﰄ ﰅ ﰆ ﰇ ﰈﰉ ﰊ ﰋ ﰌ ﰍ ﰎ ﰏ ﰐ ﰑ ﰒ ﰓ ﰔ ﰕﰖ ﰗ ﰘ ﰙ ﰚ ﮊ

[ سورة البقرة الآية :256 ]

"Dînde zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl (hidâyet ile dalâlet) birbirinden ayırt edilmiştir. O halde kim, tâğûtu inkâr eder ve Allah’a îmân ederse, kopmayan sağlam kulpa sarılmıştır. Allah, (kullarının dediklerini) hakkıyla işitendir, (onların yaptıklarını ve niyetlerini) en iyi bilendir."[4]

Bunun anlamı: Bu akîdeden elini çeken, kuruntulara ve bâtıl şeylere sarılacaktır demektir. Haktan ayrıldıktan sonra artık bâtıldan başka bir şey mi kalır?

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮨ ﮩ ﮪ ﮫ ﮬ ﮭ ﮮ ﮯ ﮰ ﮱ ﯓ ﯔ ﯕ ﯖ ﯗ ﯘ ﯙ ﯚ ﮊ [ سورة الحج الآية :62 ]

"Böyledir.Çünkü Allah, hakkın tâ kendisidir.(Müşriklerin) O’nun dışında kendisine ibâdet ettikleri (hiçbir fayda ve zararı olmayan) şey ise, bâtılın tâ kendisidir. Gerçek şu ki Allah, (kullarından) yücedir, büyüktür."[5]

Bu nedenle artık onun varacağı yer, cehennemdir ve orası, ne kötü bir yerdir!

Akîdenin anlamı: Kulun tasdik ettiği ve boyun eğip inandığı şey demektir.

Eğer bu akîde, Allah Teâlâ’nın, onun için elçilerini gönderdiği ve kitaplarını indirdiği şeye uygun ise o, Allah Teâlâ'nın azabından kurtulup dünya ve âhiret saadeti elde edilen doğru ve selîm akîdedir.

Yok eğer bu akîde, Allah Teâlâ’nın, onun için elçilerini gönderdiği ve kitaplarını indirdiği şeye aykırı ise, bu takdirde inananlarına, dünya ve âhirette, azabı ve bedbahtlığı gerektiren bir akîdedir.

Doğru ve selîm akîde, dünyada sahibinin canını ve malını dokunulmaz kılar, haksız yere canına ve malına saldırmayı, onları çiğnemeyi haram kılar.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( أُمِرْتُ أَنْ أُقاَتِلَ النَّاسَ حَتىَّ يَقُولُوا: لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، فَإِذاَ قاَلوُهاَ عَصَموُا مِنيِّ دِماَءَهُمْ وَأَمْواَلَهُمْ إِلاَّ بِحَقِّهاَ، وَحِساَبُهُمْ عَلىَ اللهِ تَعاَلىَ.)) [ مسلم ]

"Lâ ilâhe illallah’ deyinceye kadar insanlarla (müşriklerle) savaşmakla emrolundum. Bu sözü söylerlerse, kanlarını (canlarını) ve mallarını benden korumuş olurlar.Ancak Lâ ilâhe illallah'ın hakkı bundan müstesnâdır. Onların hesabı Allah Teâlâ’ya kalmıştır."[6]

Yine şöyle buyurmuştur:

(( مَنْ قاَلَ: لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَكَفَرَ بِماَ يُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ، حَرُمَ ماَلُهُ وَدَمُهُ، وَحِساَبُهُ عَلىَ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ.)) [ رواه مسلم ]

 "Kim, ‘Lâ ilâhe illallah’ der ve Allah’ın dışında ibâdet edilenleri inkâr ederse, malına ve kanına (canına) dokunmak, haramdır. Onun hesabı Allah -azze ve celle-’ye kalmıştır."[7]

Yine bu doğru ve selîm akîde, kıyâmet günü sahibini Allah’ın azabından kurtaracak olan akîdedir.

Nitekim Müslim'in, Câbir'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiği hadiste, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( مَنْ لَقِيَ اللهَ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً دَخَلَ الْجَنَّةَ، وَمَنْ لَقِيَهُ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً دَخَلَ النَّارَ.)) [ رواه مسلم ]

"Kim, (kıyâmet günü) Allah’ın huzuruna O’na ortak koşmadan çıkarsa, cennete girer. Kim de Allah’ın huzuruna O’na ortak koşarak çıkarsa, cehenneme girer."[8]

Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde Itbân b. Mâlik’ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet edilen hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( ... فَإِنَّ اللهَ حَرَّمَ عَلىَ النَّارِ مَنْ قاَلَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ يَبْتَغِي بِذَلِكَ وَجْهَ اللهِ.))

[ متفق عليه ]

"...Çünkü Allah Teâlâ, Allah rızâsını isteyerek ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimseye cehennemi haram kılmıştır."[9]

Allah Teâlâ, doğru ve selîm akîde sebebiyle günahları bağışlar.

Nitekim Tirmizî, Enes b. Mâlik’ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet rivâyet ettiği hasen hadiste Enes,Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’i şöyle derken işittim, demiştir:

(( قَالَ اللهُ تَعاَلىَ: يَا ابْنَ آدَمَ! إِنَّكَ لَوْ أَتَيْتَنيِ بِقُرَابِ اْلأَرْضِ خَطَايَا، ثُمَّ لَقِيْتَنيِ لاَ تُشْرِكُ بيِ شَيْئاً، لأَتَيْتُكَ بِقُرَابِهاَ مَغْفِرَةً.)) [رواه الترمذي وحسنه]

"Allah Teâlâ buyurdu ki:

-Ey Âdemoğlu! Şayet sen, yeryüzü dolusunca günahlarla bana gelir, sonra bana hiçbir şeyi ortak koşmadan huzuruma çıkarsan, ben de sana yeryüzü dolusunca mağfiretle gelirim."[10]

Bu mağfireti elde edebilmenin şartı; akîdenin, çok veya az, küçük veya büyük, şirkin her türlüsünden uzak olmasıdır. Bu kimse, Allah Teâlâ’nın hakkında şöyle buyurduğu selim kalpli kimsedir.

ﮋ ﭪ ﭫ ﭬ ﭭ ﭮ ﭯ ﭰ ﭱ ﭲ ﭳ ﭴ ﭵ ﭶ ﭷ ﮊ

[ سورة الشعراء الآيتان :88- 89 ]

"O gün, ne mal, ne de evlât fayda verir.Ancak Allah’(ın huzurun)a selim (küfür, nifak ve şirkten temizlenmiş) kalp ile gelenler müstesnâ."[11]

Büyük âlim İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- Itbân b. Mâlik’in -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiği hadisin anlamı hakkında şöyle demiştir:

"Şirke bulaşmamış, saf ve katıksız tevhîd ehli bağışlanır. Böyle olmayan ise bağışlanmaz. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir kimse, Rabbinin huzuruna yeryüzü dolusunca günahlarla çıksa, Rabbi de ona yeryüzü dolusunca mağfiretle gelir. Tevhîdin kemâli noksan olan kimse ise, bu mükafatı elde edemez. Zirâ şirke bulaşmayan saf ve katıksız tevhîd sebebiyle hiçbir günah kalmaz. Çünkü saf ve katıksız tevhîd, yeryüzü dolusunca da olsa günahları silen,Allah sevgisini,O’nu yüceltmeyi, O’na tâzim göstermeyi, yalnızca Allah’tan korkmayı ve O’ndan ümit etmeyi içerir. Bu sebeple necâset yani günahlar, geçicidir. O necâseti yani günahları temizleyip ortadan kaldıran şey yani tevhîd ise, daha güçlüdür..."[12]

Küfür, nifak ve şirkten uzak olan akîde ile yapılan ameller kabul görür ve bu ameller sahibine fayda verir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮉ ﮊ ﮋ ﮌ ﮍ ﮎ ﮏ ﮐ ﮑ ﮒ ﮓ ﮔﮕ ﮖ ﮗ ﮘ ﮙ ﮚ ﮛ ﮜ ﮊ [ سورة النحل الآية :97 ]

"Kim, erkek veya kadın, (Allah’a ve Rasûlüne) îmân etmiş bir halde salih amel işlerse, (güzel davranışta bulunursa), ona (dünyada) mutlaka mutlu bir hayat yaşatırız. Âhirette de onlara, (dünyada) yapmakta olduklarının daha güzeli ile mükafatlarını veririz."[13]

Selim akîdenin tersine olan bozuk akîde, yapılan bütün amelleri boşa götürür.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮯ ﮰ ﮱ ﯓ ﯔ ﯕ ﯖ ﯗ ﯘ ﯙ ﯚ ﯛ ﯜ ﯝ ﯞ ﮊ [ سورة الزمر الآية :65 ]

"(Ey elçi!) Andolsun ki sana ve senden önceki (elçi)lere şöyle vahyedildi: Allah’a (başkasını) ortak koşarsan, muhakkak ki amelin boşa çıkar. (Dünya ve âhirette helak olup) hüsrana uğrayanlardan olursun."[14]

Yine şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮦ ﮧ ﮨ ﮩ ﮪ ﮫ ﮬ ﮭ ﮮﮯ ﮰ ﮱ ﯓ ﯔ ﯕ ﯖ ﯗ ﯘ ﮊ [ سورة الأنعام الآية :88 ]

"İşte bu, Allah’ın hidâyetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Onlar (elçiler), Allah’a ortak koşmuş olsalardı, yapmakta oldukları amelleri mutlaka boşa giderdi."[15]

Büyük şirke bulaşmış bozuk akîde,(sahibini) cennet ve mağfiretten mahrum bırakır, ona azabı ve cehennemde kalmayı gerekli kılar.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ... ﭺ ﭻ ﭼ ﭽ ﭾ ﭿ ﮀ ﮁ ﮂ ﮃ ﮄﮅ ﮆ ﮇ ﮈ ﮉ ﮊ ﮊ [ سورة المائدة الآية :72 ]

"Kim, Allaha ortak koşarsa, muhakkak ki Allah, cenneti ona haram kılmıştır. Onun varacağı yer, ateştir.Zâlimler için (onları cehennemden kurtaracak) yardımcılar da yoktur."[16]

Dînden çıkaran bozuk akîde,bu akîde sahibinin kanının akıtılmasını ve sahip olduğu malının elinden alınmasını mübah kılar.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﯕ ﯖ ﯗ ﯘ ﯙ ﯚ ﯛ ﯜ ﯝﯞ ﯟ ﯠ ﯡ ﯢ ﯣ ﯤ ﯥ ﯦ ﮊ [ سورة الأنفال الآية :39 ]

"(Ey mü’minler!) Fitne (şirk) ortadan kaldırılıncaya ve dîn tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla (müşriklerle) savaşın.(Fitne ve şirkten) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yapmakta olduklarını çok iyi görür."[17]

Yine şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﮨ ﮩ ﮪ ﮫ ﮬ ﮭ ﮮ ﮯ ﮰ ﮱ ﯓ ﯔ ﯕ ﯖﯗ ﯘ ﯙ ﯚ ﯛ ﯜ ﯝ ﯞ ﯟﯠ ﯡ ﯢ ﯣ ﯤ ﯥ ﮊ [ سورة التوبة الآية :5 ]

"(Kendilerine emân verdiğiniz) haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp (bulundukları yerlere) hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin.(Küfrü terkedip İslâm’a girerek) tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı da verirlerse, artık onları serbest bırakın. Şüphesiz ki Allah, (tevbe edip kendisine dönenleri) çok bağışlayıcıdır, (onlara) çok merhametlidir."[18]

Bundan dolayı selîm akîdenin kalplerde, toplumsal davranışta ve yapısal sistemde güzel sonuçları vardır.Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında iki guruptan her biri bir mescit inşa ettiler.Bu iki guruptan birincisi,iyi niyetle ve Allah -azze ve celle-’ye ihlaslı bir akîdeyle bir mescit inşa ettiler.Diğer gurup ise kötü bir amaç ve bozuk akîde için bir mescit inşa ettiler.Bundan dolayı Allah Teâlâ, Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e takvâ üzerine inşa olunan mescitte namaz kılmasını emretmiş, küfür ve kötü amaçlarla inşa edilen mescitte namaz kılmasını yasaklamıştır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ﮋ ﭑ ﭒ ﭓ ﭔ ﭕ ﭖ ﭗ ﭘ ﭙ ﭚ ﭛ ﭜ ﭝ ﭞ ﭟﭠ ﭡ ﭢ ﭣ ﭤ ﭥﭦ ﭧ ﭨ ﭩ ﭪ ﭫ ﭬ ﭭ ﭮ ﭯﭰ ﭱ ﭲ ﭳ ﭴ ﭵ ﭶ ﭷ ﭸ ﭹ ﭺ ﭻﭼ ﭽ ﭾ ﭿ ﮀ ﮁﮂ ﮃ ﮄ ﮅ ﮆ ﮇ ﮈ ﮉ ﮊ ﮋ ﮌ ﮍ ﮎ ﮏ ﮐ ﮑ ﮒ ﮓ ﮔ ﮕ ﮖ ﮗ ﮘ ﮙ ﮚ ﮛ ﮜﮝ ﮞ ﮟ ﮠ ﮡ ﮢ ﮣ ﮊ [ سورة التوبة الآيـات :107-109 ]

"(Mü’minlere) zarar vermek, (Allah’ı) inkâr etmek, mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah’a ve Rasûlüne karşı savaşmış olan kişiyi (Râhip Ebû Âmir’i) beklemek ve gözetlemek için bir mescit bina eden ve: ‘Bununla iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olan (münâfık)lar vardır. Halbuki Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. (Ey Peygamber!) Orada asla namaz kılma.İlk günden itibaren takvâ üzerine kurulan mescitte (Kubâ Mescidi'nde) namaz kılman daha uygundur. Onda (Kubâ Mescidinde, istiğfarda bulunarak günahlarından temizlenenler olduğu gibi her türlü necâset ve pisliklerden yıkanarak) temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever. Binasını Allah korkusu ve O’nun rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını (yıkılacak) bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır? Allah, (sınırlarını çiğneyen) zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez."[19]

& & & & & &

[1] Zâriyât Sûresi: 56-58

[2] İsrâ Sûresi: 23

[3] Nahl Sûresi:36

[4] Bakara Sûresi: 256

[5] Hac Sûresi:62

[6] Buhârî ve Müslim. Ömer’in -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiği hadisin bir benzeri. Buhârî; Zekât Kitabı, bab:1, hadis no:1399, (3/331).Müslim; Îmân Kitabı, bab: 1/150, bab: 8, hadis no:124.

[7] Müslim. Ebû Mâlik’in, babasından rivâyet ettiği hadis. Îmân Kitabı. bab: 8, hadis no: 129, (1/159)

[8] Müslim. Câbir b. Abdullah’ın rivâyet ettiği hadis. Îmân Kitabı, bab: 40, hadis no: 266, (1/279)

[9] Buhârî ve Müslim. Itbân b. Mâlik’in -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiği hadis. Buhârî: Namaz Kitabı, bab: 46, hadis no: 425, (1/672). Müslim: Mesâcid Kitabı, bab: 47, hadis no: 1494, (3/161).

[10] Tirmizî’nin Enes b. Mâlik’ten hasen olarak rivâyet ettiği hadistir. Daavât Kitabı, bab: 98, hadis no: 3549, (5/548). Müslim de Ebû Zer’den buna benzer bir hadis rivâyet etmiştir. Zikir Kitabı, bab: 6, hadis no: 6774, 9/15).

[11] Şuara Sûresi: 89-90

[12] İbn-i Kayyim’in sözü burada bitmektedir.

[13] Nahl Sûresi: 97

[14] Zümer Sûresi:65

[15] En’am Sûresi: 88

[16] Mâide Sûresi: 72

[17] Enfâl Sûresi: 39

[18] Tevbe Sûresi: 5

[19] Tevbe Sûresi: 107-109